Uluç Gürkan
Egemenlik Ulusundur
04 Mayıs 2022 20:44

Türk ulusu, en güçsüz olduğu bir sırada gerçekleştirdiği Kurtuluş Savaşı ile dünyanın
en güçlü devletlerini ve ordularını dize getirmiş, ülke bütünlüğünü sağlayarak bağımsızlığını
kazanmıştır. Böylece emperyalizm çağını sona erdirerek, dünyanın tüm ezilen uluslarına ve
sömürgelerine bağımsızlık yolunu açmıştır.
Bu, tarihte eşi görülmedik büyük bir başarıdır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış, parçalanıp işgal edilmiş bir ülke; orduları
dağıtılmış, silahları elinden alınmış savaş yorgunu, harap ve bitik bir ulus bunu nasıl
gerçekleştirmiştir?
Bu sorunun yanıtı bizi Atatürk’e; Atatürk’ün “ulusal irade”ye olan inancına ve
güvenine götürmektedir.
Atatürk Anadolu’ya, umudun neredeyse tükendiği bir sırada, ülkede ve yönetim
kademelerinde bağımsız yaşama arzusunun dahi iflas ettiği bir sırada çıkmıştı… Tek
başınaydı, silahsız ve ordusuzdu. Bir sade yurttaştı. Osmanlı Paşası rütbelerini söküp atmıştı,
Padişah fetvası ile idama mahkûm edilmiş bir sakıncalı piyadeydi… Kafasında, işgalcileri
emperyalistleri kovmak, yeniden yapılanmayı, taban demokrasisini, uluslaşmayı halkın
katkısıyla bir değişimi harekete geçirmek amacı vardı. Emperyalistlere karşı bir ulusu
ayaklandırmaktı hedefi…
Atatürk, her şeyden önce yıkıntı halinde olan bu toplumu canlandırmayı başarmak,
bireylerin katılımını sağlamak zorunda olduğuna inanıyordu. Bunu da egemenliğin ulusa
devrederek gerçekleştireceğini düşünüyordu. “Ulusal egemenlik öyle bir ışıktır ki, O’nun
karşısında zincirler erir, taçlar, tahtlar batar, yok olur.” diyordu.
Atatürk bu amaçla, Kurtuluş Savaşı’nı başlatırken, ulusal iradeyi demokratik süreç
içinde harekete geçirmiştir. Sivas ve Erzurum Kongreleri’nin ardından, 23 Nisan 1920 günü
Ankara’da açılan Büyük Millet Meclisi bu süreci perçinlemiştir.
Sivas ve Erzurum Kongrelerinin en çarpıcı niteliği, kararlarının demokrasi kurallarına
uygunluğu ve kurtuluş için Türkiye halkının bireysel inisiyatifini demokratik yöntemle
harekete geçirme çağrısıdır.
Ülke işgal altındayken Ankara’da açılan Meclis de ülkemizdeki siyasal egemenlik
anlayışını köklü ve kalıcı bir biçimde değişmiştir. Egemenliği, aynı zamanda bir sömürü ve
baskı aracı olarak kullanılan kimi “doğaüstü” güçlerden almış, “kayıtsız ve şartsız” olarak
ulusa, halka devretmiştir.
Meclis, 23 Nisan 1920 günü yayınladığı açılış bildirisiyle, “Türkiye halkını
emperyalizm ve kapitalizmin tahakkümün ve zulmünden kurtararak irade ve egemenliğine
sahip kılma” amacını dünyaya ilan etmiştir.
Bunu da gerçekleştirmiştir.
Atatürk ve silah arkadaşları, bir yandan kurtuluş mücadelemizi örgütlerken, bir yandan
da ülkenin altı yüz yıllık hukuk, siyaset ve egemenlik kavramları ile kurumlarını yeni ve
çağdaş bir anlayışın kavramları ile kurumları ile değiştirmişlerdir. Bu süreci kısaca “Türk
devrimi” olarak tanımlayabiliriz.
Türk devrimi tek boyutlu değildir.
Atatürk devrimleri kültürel, siyasi ve ekonomik alanlarda olmuştur. 1920’lerde ve
1930’larda çok dikkatli hesaplanmış reformlar dizisiyle “İslami” denilen kurumlar toplu
olarak çağdaş demokratik kurumlarla değiştirilmiştir. Padişahı tahttan indirilmiş, siyasi
yönetim biçimi olarak demokrasi modeli olan Cumhuriyet sistemini kurulmuştur. Kısa bir
süre sonra da dini kaynaklı iktidarın göstergesi olan halifelik kaldırılmıştır.
Millet Meclisi ve onun dayandığı ulusal irade, Türkiye’de bütün siyasal varlığımızın
çıkış noktası, açık deyişiyle yaşam kaynağı olmuştur. Türkiye, Kurtuluş Savaşıyla birlikte
demokratikleşme sürecini başlatmıştır. Demokratikleşme, Kurtuluş Savaşı sürecinde
belirlenen bir oluşumdur.
Türkiye’nin kurtuluş ve kuruluş süreçlerinde gerçekleşen bütün siyasal oluşumların
temelinde, bu ilke, “egemenliğin kayıtsız şartsız ulusa ait olması” ilkesi vardır. Askeri
zaferler de, cumhuriyetin ilanı da, demokrasinin benimsenmesi de, kalkınmanın
gerçekleştirilmesi de hep bu ilkenin sonucudur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu yapısıyla bir askeri zaferin ürünü değildir; tam
tersine, askeri zafer, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ürünüdür. Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nden önce, ne bir devlet, ne bir cumhuriyet, ne de bir ordu vardır; devleti de,
cumhuriyeti de, orduyu da, Türkiye Büyük Millet Meclisi kurmuştur.
Bu olay özellikle önemlidir.
Kimi ülkelerde savaşlar, ayaklanmalar, şiddet eylemleri veya siyasal bunalımlar, bazen
demokrasiyi askıya almak, parlamentoyu kapatmak veya parlamentonun yetkilerini yürütme
organına devretmek için gerekçe olarak kullanılır; Türkiye’de ise bunun tam tersi olmuştur.
Türkiye, Millet Meclisi ile birlikte, bir yenilgi ve çöküntü ortamında, açık anlatımıyla
ülke işgal altındayken, demokrasiye adım atmıştır. O zamandan beri Türkiye durmaksızın
laik ve demokratik bir ülke olma girişimlerine devam etmiştir.
Egemenliğin Devri
Türkiye’nin demokrasi yürüyüşü, 2002 yılı sonunda AKP iktidarıyla birlikte
durmuştur. Yıldan yıla “demokratik ülkeler” listesinde gerileyen Türkiye, 2008 yılında
“Dünya Demokrasi Endeksi” araştırmasında “demokrasiyle yönetiliyor gibi görünen
baskıcı rejim” anlamına gelen “hibrit-karma rejim” kategorisine düşmüş, Uganda ve
Tanzanya ile birlikte anılmaya başlamıştır.
Şimdi, şaibeli bir referandum oylamasıyla boyun eğmemiz istenen anayasa
değişiklikleriyle AKP’nin baskıcı yönetiminin üzerindeki demokrasi şalı da morga
yollanacaktır. “Baskıcı ülkeler” kategorisinde Kuzey Kore, Suriye, Zimbabve, Gana, Mali ve
Gambia ile birlikte anılacaktır.
Çünkü 2019’da yürürlüğe girecek denilen anayasa değişiklikleri, egemenliğin bütün
erkleriyle birlikte yanılmaz olduğu varsayılan kutsallaştırılmış tek bir kişiye,
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a devredildiği otoriter bir düzeni kurgulamaktadır.
Bu düzende, işleyen bir demokrasinin vazgeçilmez kuralı olan kuvvetler ayrılığı
ilkesi yıkılmış; yürütme, yasama ve yargı erkleri hep birlikte Cumhurbaşkanının
şahsında bütünleştirilmiş olacaktır. Böylece, demokratik “denge-denetim” yolları
bütünüyle kapatılacak, buna da “kuvvetler uyumu” yaftası yapıştırılacaktır.
Bu anayasa değişikliği demokratik meşruiyetten yoksundur. Ne yöntemi, ne de içeri
demokratik ilkelere uygun değildir. Ötesinde, kuvvetler ayrılığı ilkesini rafa kaldırarak
anayasayı anayasa olmaktan da çıkarmaktadır.
Kuvvetler ayrılığı ilkesi anayasal demokrasinin ilk ve olmazsa olmaz koşuludur. Bu
konu dünyamızdaki ilk demokrasi belgesi olan 1789 Fransa İnsan Hakları
Beyannamesi’nin 16’ncı maddesinde belirtilmiştir; “Hakların güven altına alınmadığı
kuvvetler ayrılığının yapılmadığı bir toplumda anayasa yoktur.”
1791 ABD anayasasının yazıcılarından James Madison da kuvvetler ayrılığı ilkesinin
demokrasi için vazgeçilmezliğini özellikle vurgulamıştır: “İster irsiyet, ister kendi kendini
atama, ister seçim yoluyla işbaşına gelsin, tüm gücün, yasama, yürütme ve yargının tek elde
toplanması tahakkümün gerçek bir tanımıdır.”
16 Nisan anayasa değişiklikleri, Türkiye’de 18’inci yüzyılın gerisine yürütme, yasama
ve yargı erklerinin tek elde toplayacak, dolayısıyla anayasanın anayasa olmaktan çıktığı
tahakküm rejimine dönülmesine yol açacaktır.
Öngörülen AKP düzenlemesi, 17’nci yüzyılın İngiliz düşünürü Thomas Hobbes’un
mutlakçı devlet anlayışı paralelindedir. Hobbes “Leviathan” adlı yapıtında, egemenin tek
bir kişi olması ve onun uyrukları üzerindeki egemenliğin mutlak olmasının gerekliliğini öne
sürmüştür. 17’nci yüzyıl düşünürü Hobbes’a göre, eğer egemenlik tek bir kişide değil de bir
grupta olursa bu kez bu grubun içinde görüş ayrılıkları ve çatışmalar çıkabilir.
Hobbes’un bu tezi 20’nci yüzyılın ilk yarısında Nazi Almanyası ve Faşist İtalya’da
canlandırılmaya çalışılmıştır. Ünlü Alman hukuk bilgini Carl Schmit bunu “milli irade” diye
sözde meşrulaştırmış ve dünya kana bulanmıştır. Şimdi, hiç kimse gerçeğin tekeline sahip
olamayacağını acıyla öğrendiğimiz 21’inci yüzyıl dünyasında Türkiye’nin Hobbesçuluk
oynaması akıl işi olamaz.
Ötesinde bu Hobbesçuluk, anayasayı anayasa olmaktan çıkarttığı gibi kendi içinde de
çelişki taşımaktadır. Bakın nasıl:
Anayasa’nın 6’ncı maddesinde “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. Türk Milleti,
egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.”
denilmekte ve şöyle devam edilmektedir:
“Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa
bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamaz.”
Bu hüküm anayasanın değiştirilemez 2’nci maddesinde yazılı “demokratik” niteliğinin
maddi temelidir. Çünkü demokrasi, “gücün tek elde yoğunlaşmasına değil, paylaşılmasına”
dayanır. Buna karşın, 16 Nisan anayasa değişiklikleri egemenliğin kullanımını
Cumhurbaşkanının şahsında tek bir kişiye bırakmaktadır Milletin egemenliği kullanacağı
yetkili organlar, yürütme, yasama ve yargı erkleri bütünüyle Cumhurbaşkanına
bağlanmaktadır.
Demokrasilerde kuvvetler ayrılığı ilkesi doğrultusunda birbirinden ayrı, birbirine
karşı tarafsız, birbirini denetleyebilir olması gereken yürütme, yasama ve yargı erkleri
işlevlerini yitirmekte, her anlamıyla işlevsizleştirilmektedir. Bu hem Anayasa’nın 6’ncı
maddesine aykırıdır, hem de değiştirilemez 2’nci maddesinin içini boşaltmaktadır.
Türkiye’ye Biçilen Rol
Karşı karşıya olduğumuz bu Hobbesçu kişi egemenliği dayatması, Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın güç arayışının, başka bir deyişle iktidar hırsının mı sonucudur? Hiç
kuşkusuz, Cumhurbaşkanı Erdoğan bütün gücü ve etkinliğiyle bu teklifin arkasındadır. Ancak
olay sadece o istedi diye gündeme gelmemiştir.
Türkiye için Erdoğan’ın şahsındaki tek kişi yönetimi çok daha büyük, çok daha köklü
bir projedir. Yeni Dünya Düzeni’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında küresel
neo-liberal kapitalist yapının, eski deyimiyle emperyalizmin Türkiye’ye biçtiği rolün
doğrultusundadır. Açık anlatımıyla, başkanlık projesi kurgulanmış bir ABD kandırmacasıdır.
ABD’nin BOP kapsamında Türkiye’ye biçtiği rol, Harvard Üniversitesi’nden Profesör
Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” adlı kitabında (1996) açıkça yazılmıştır.
Prof. Huntington’a göre, Türkiye çağdaş uygarlık hedefinden vazgeçmeli ve İslam’ın
çekirdek devleti olmalıdır. Bunun için “gerekli tarihe, nüfusa, ekonomik gelişmişliğe, ulusal
birliğe, askeri yetenek ve geleneğe” sahiptir. Ancak, Atatürk’ün Türkiye’yi “net bir şekilde
laik bir toplum olarak tanımlaması, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu rolü Osmanlı
İmparatorluğu’ndan devralmasını önlemiştir. Türkiye kendisini laik bir ülke olarak
tanımladığı sürece İslam’ın liderliğine soyunma olasılığı yoktur.”
Prof. Huntington’un İslam’a liderlik etmesi için Türkiye’ye önerdikleri şöyledir:
“Türkiye Atatürk’ün mirasını, Rusya’nın Lenin’in mirasını reddedişinden daha
eksiksiz bir şekilde reddetmek zorundadır. Böyle bir hamle aynı zamanda, Atatürk
kalibresinde bir lideri, Türkiye’yi bölünmüş bir ülke olmaktan çıkarıp çekirdek bir devlet
haline getirmek için gerekli siyasal ve dinsel meşruluğu kendinde toplamış olan bir lideri
gerektirir.”
Bu, hilafet soslu teokratik bir liderlik arayışıdır ve demokrasiden uzaklaşma
çağrısıdır.
İşleyen bir demokraside millet egemenliğine dayalı siyasal meşruiyet asıldır. Bunun
dinsel meşruiyetle bütünleştirilmesi millet egemenliğinden uzaklaşılması ve demokrasi yerine
teokratik bir yapıya kapı açılması anlamına gelir.
Prof. Huntington’un Türkiye’ye biçtiği rol ve Türkiye için tarif ettiği liderlik profili,
AKP milletvekillerinin görmeden imzaladıkları anayasa değişiklik teklifinin 16 Nisan’da
YSK’nın mühürsüz oy skandalıyla ete kemiğe bürünmüş, açık anlatımıyla yaşam bulmuştur.
Unutulmamaktadır ki, Prof. Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” adlı
kitabı, ABD öncülüğündeki tek kutuplu Yeni Dünya Düzeni’nin ve bu düzenin
bölgemizdeki uzantısı olan BOP’nin teorik temellerini oluşturmuştur. Dolayısıyla,
karşımızdaki anayasa teklifi, sadece Prof. Huntington’un Türkiye’ye biçtiği rolün değil, aynı
zamanda küresel güçlerin Yeni Dünya Düzeni ve BOP kapsamında AKP iktidarından
beklediği “ılımlı İslam” yaklaşımı doğrultusundadır. En açık biçimiyle, Atatürk’ten rövanş
alma girişimidir. O’nun kutsal emanetini, laik ve demokratik Cumhuriyet düzenini yıkmaktır.
Bunun yerine 16 Nisan değişiklikleriyle egemenliğin kullanımı Türk milletinden
alınmakta ve sadece mensubu olduğu partilileri temsil eden partili cumhurbaşkanına
devredilmektedir.
Türk ulusu Atatürk’ün kendisine emanet ettiği egemenliği, o kişi seçtiği
cumhurbaşkanı da olsa, tek bir kişiye devredecek mi? Hiç kuşkusuz, bu sorunun yanıtı
2019 cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde ‘hayır’ olacaktır.


Erdoğan A takımını değiştirecek: AKP’de kritik gün salı!

İEF’te 30 Ağustos coşkusu Mert Demir’le yaşandı

CHP’li Özel: Kentsel dönüşüm için uyarı düdüğü çalacağız

AKP’li Özlem Zengin’den ‘Dilruba’ açıklaması: ‘Üzgünüm’ demesini beklerdim’

AKP’li Ömer Çelik’ten, Özgür Özel’e ‘Dilruba Kayserilioğlu’ tepkisi: ‘Protokolde ağırlanması kabul edilemez’

CHP’de Tüzük Kurultayı Öncesi ‘Birlik’ ve ‘İktidar’ Vurgusu

CHP’ye ‘elitist’ diyen Erdoğan, koruma ordusuna 2,4 milyar harcıyor

‘Züppe’ İfadesi İçin Emsal Karar: Hakaret Sayılmıyor

FETÖ’nün Kilit İsimlerine Yönelik Operasyon: 3 Şüpheli Yakalandı

Ali Yerlikaya: İstanbul’da 2 ayrı organize suç örgütü üyesi 11 şüpheli tutuklandı

CHP’li Gürer: Ürün hasadından önce önlem alınmalıdır

İstanbul Havalimanı’nda M Çiçeği Alarmı: 11 Afrika Ülkesi Takip Altında

Dolar/TL’de Yeni Bir Eşik Aşıldı: Tarihi Rekor Yenilendi!

TCDD’de hizmet alımı yoluyla çalışana kadro yok

Melisa Sözen’den Hedef Gösterilmesine Sert Tepki: “Linç Kültürünün Bir Parçası Olmayın”

Ekrem İmamoğlu: “Kemal Bey ile Sorunum Olabilir mi?”

Son Dakika: Ankara’da Maymun Çiçeği Karantinası İddiaları

Milli Savunma Bakanlığı’ndan Önemli Açıklamalar

Narkoçelik-33 Operasyonlarında Büyük Başarı: 1,5 Ton Uyuşturucu Ele Geçirildi

Pazarcı esnafı: İki karpuz satıp bir litre mazot alıyorum

CHP Lideri Kılıçdaroğlu’ndan yeni video

Son Dakika: Yargıtay’dan Canan Kaftancıoğlu kararı

Darphane, 2 TL’lik madeni para basmak için hazırlık yapıyor

Rahmi Koç uçağını satışa çıkardı

Konya Teknokent’te Metaverse Buluşması

Bülent Ecevit ve Arayış

“AKP neden, umutsuzluk sonuçtur!”

Arayış, yandaşların “100 bin TL’lik otel” haberini boşa çıkardı: ‘O paraya oda yok’

İBB Kent Lokantaları ramazanda açık olacak mı?

Şafak Mahmutyazıcıoğlu cinayetine ilişkin yeni ayrıntılar

Aynur Aydın'dan 'sevgiliye çıplak fotoğraf' yorumu

Akıllara durgunluk veren kaza!

Canan Kaftancıoğlu cezaevine girecek mi?

İmamoğlu Ne Yapıyor?

Gülşen’in ev hapsi sona erdi

Ümit Özdağ’ı üzecek açıklama CHP’li Gürsel Tekin’den geldi: “CHP tabanında iki isim var”

İlk kurşun masa altından gelmiş! İşte Şafak Mahmutyazıcıoğlu cinayetinin nedeni ve detayları

Ece Erken ilk ne söyledi?

ÖĞRETMEN ATAMA SONUÇLARI AÇIKLANDI! 2022 Sözleşmeli öğretmenlik tercih sonuçları sorgulama ve taban puanları
